Alternatif Ekonomi Siyaseti


… mücadelemizin en temel görevlerinden biri ekmek ve gül yetiştirmek.

Jineoloj 19 Sayısı – Azize Aslan

(…)Ekolojik Ekonomide Kadınların Özneliği yazısından alınmıştır.

Kapitalizmin bağrını azami kâr ve büyüme oluşturur; bunun için daha çok üretilmeli
ve daha çok tüketilmelidir. Çok üretmek ve hiç durmadan üretmek gereklidir çünkü
üretim durduğunda kâr oranları düşmeye başlar. İşçilerin kölelik koşullarında üretim yaptığı günümüzde, emeğin daha fazla sömürüsü dolayımın da arttırılamayan kâr oranları, doğanın sömürüsü ile “doğal kaynakların” üretim sürecine ya çok ucuza ya da maliyetsiz bir şekilde aktarılmasını gerektirir. Bunu çok uzun süre eski biçim sömürgecilikle yerine getiren devletler bugün çok uluslu şirketlerle yeni sömürgecilik formları oluşturmaktadırlar. Uluslararası şirketler (ya da ulus-devlet şirketleri) tarafından üretilen silahların tüketildiği savaşlar vasıtasıyla, işgal edilen topluluk yaşam alanları doğal zenginlikleri ile sermaye birikim süreci içinde hızla tüketilmektedir. Doğanın sömürüsü emeğin sömürüsü ile birleştirilerek değişim değerleri ve piyasa ekonomisi yaratılmaya devam ediliyor.


Öte taraftan kapitalist sistemi toplum üstü bir sistem haline getiren en önemli
olgu, toplumun ne üreteceğine karar vermiyor oluşudur. Topluluk üretiminde ihtiyaçları için ne üreteceğine ve nasıl üreteceğine karar veren topluluklar, kapitalist sistemin dinamikleri içinde üretim üzerindeki karar alıcı pozisyonunu tamamen kaybetmiştir. Neyin nasıl üretileceğine bugün karar veren, piyasadaki kâr olgusudur; insanlara düşen kâr için üretilen metalar içinde ihtiyaçlarını giderecek ürünleri seçmesidir ki, bu da çoğu zaman ücret temelinde belirlenir.Yani toplum üretim üzerindeki özyönetimini (self- administration) kaybettiği oranda tüketim kültürü üzerindeki öz belirlenimini (self-determination) de kaybeder.


O halde hem kadın mücadelesi hem de ekoloji mücadelesi kapitalizme karşı başka
bir ekonomi siyaseti taşımak zorundadır. Çünkü; doğanın rezerve edilmesi değişim değerinin hâkim ilişki olduğu bir dünyada mümkün değildir.Değişim değeri yerine kullanım değerinin yeniden sosyal ilişkilerin kurucu değeri olarak konumlanması ile ekolojik kriz durdurulabilir ki, bu ekonomiyi yeniden kadınların kurucu rolü ile düşünmeyi gerektirir. Ekolojik yıkım her şeyden önce topluluğun ve bu topluluğun gerçekleştirdiği üretimin kolektif ihtiyaçlar temelinde yeniden ölçeklendirilmesini
gerektirmektedir. Bu yüzden degrowth yani üretim ve ekonomik aktivitenin yavaşlamasını savunan ekonomik küçülme teorisi ve kadınların doğa ile yeniden ilişkilenmesini ele alan ekofeminizm önemli alternatif düşüncel kaynakları oluştururlar.
Küçülme teorisi sadece üretimin küçülmesi ya da yavaşlamasını talep etmez aynı zamanda büyüme/modernleşme ideolojisini de sorgular. Bu ideolojinin sorgulanması
gelişme olgusunun ekonomik büyüme rakamları ile ölçülemeyeceğini aksine Latin
Amerika’daki toplulukların neoliberalizme karşı savunduğu Vivir Bien /Buen Vivir
(iyi yaşamak/ iyi yaşam)olgusu ile düşünülmesi gerektiğini görmemizi sağlar. Buen
Vivir doğayla insan arasındaki armoni ve dengeli ilişkilenmeyi esas alır; bu yüzden çoğu zaman buen convivir (birlikte iyi yaşam) biçimiyle anlatılır. İnsanlığın en eski yaşam paradigması olarak ifade edilen Buen Vivir ile dünyada armoni ve denge içinde yaşam öne çıkarılır. Bu onurlu yaşamdır. Bu yüzden bugün bireyin, topluluğun ve toplumun sömürüsüz onurlu yaşamı yeniden esas alınmalıdır. Buen Vivir’i savunan Amazon kadınları yaşadıkları topluluklarda onurlu yaşamlarını hala sürdürmektedirler.Ancak kapitalizmin yayılışı bu topluluk yaşam biçimini tehdit etmektedir. Latin Amerika’nın tamamında yerli toplulukların uluslararası
şirketlere karşı ayaklandığını, yaşam alanlarına, köylerine, doğalarını yıkmak için giren
kapitalist patronlar karşısında doğayı ve yaşamı savunduklarını görürüz. Bu mücadelelerden belki
de en akılda kalanı Bolivya’nın Cochabamba şehrinde yerli kadınlar başta olmak üzere Aymara halkının suyun özelleştirilmesine karşı sergilediği mücadeledir.

1999 yılında Cochabamba belediyesi su idaresinin dağıtım haklarını özel bir firmaya satar. 2000 yılına gelindiğinde Cochabamba halkı için içme suyuna ulaşmak imkânsız hale gelir. Artan fiyatların yanında tüm temiz içme suyu bu özel şirket tarafından şişelenerek satılmaktadır.Öyle ki, yağmur suyunun tutulması/biriktirilmesi dahi belediye tarafından yasaklanır; zira özel şirkete satılan su kaynakları içinde yağmur suyu da vardır. Bunun üzerine ayaklanan ve su savaşı ilan eden Aymara yerlileri Bolivya devlet güçleri ile günlerce çatışır. Çatışmalar sonrasında özel şirketin hakları iptal edilir; ancak tek kazanılan su hakkı değildir, aynı zamanda bu çatışmalar sırasında kurulan komünler, meclisler, dayanışma kampanyalarıdır da. Bugün kadınların su komünleri bu mücadeleyi hala sürdürmektedir çünkü neoliberalizmin yerli toplulukların yaşam alanları üzerindeki tehdidi son bulmuş değildir. Latin Amerika’da neoliberalizme karşı buna benzer sayısız direniş sürmektedir ve bu mücadele süreçlerinin gösterdiği en önemli olgu, kapitalizm sadece ekolojik bir yıkıma sebep olmamaktadır; topyekün toplumsal ekolojiyi tehdit etmektedir. Bu yüzden kendi yaşam formlarını,kültürlerini, dillerini,ritüellerini ve tüm bunların içinde var olduğu doğalarını savunan kadınlar ve yerli topluluklar bizi başka bir dünyanın mümkünlüğüne (otromundo es posible) çağırmaktadırlar.
Başka bir dünyanın mümkünlüğü kapitalist olmayan ekonomik ilişkilerin örgütlenmesi ile mümkündür. Kürt Hareketi’nin savunduğu demokratik komünal ekonomi kadın öncülüğünde alternatif bir ekonomi örgütlenmesini öngörürken bu ekonomi örgütlenmesinin ekolojik olması gerektiğini ifade eder. Ekolojik bir ekonomi sadece “doğaya saygı” gibi dar bir konsepti değil, ihtiyaç temelinde yeni toplumsal alışkanlık oluşturmayı, toplumun kendisinin  belirlediği özbelirlenim siyasetini esas alır.Bu değişim bireysel alışkanlıklarımızdan kolektif olan alışkanlıklarımıza değin bilinçli bir sosyal dönüşüm ile mümkündür. Geçimlik ekonomi topluluk için herkesin hayatta kalması ile ilgiliyken bugün içinde bulunduğumuz koşullarda alternatif bir ekonomik örgütlenme herkesin dışında doğanın ve doğadaki tüm akışın (suyun, havanın, ormanların, vahşi yaşamın ve hayvanların) yaşayabilirlik hakkını teslim etmek zorundadır.Bu, yukarıda vurguladığımız, kadının geçimlik ekonomiyi oluş-tururken yaptığı gibi ve bugüne değin doğa ile ilişkisinde değişmeyen olgu gibi doğanın gelişmesine ve büyümesine izin vermek anlamına gelir ki kendi onurunu önemseyen toplumun doğayla etik bir temelde ilişkilenmesi anlamına gelir. Kadınların doğa ile kurduğu ilişkide ihtiyaç ahlaki bir olgudur ve doğayla ahlaki ilişkilenmek alternatif ekonomi siyasetinde doğa-insan ve insan-insan arasında kurulan ilişkilerin tahakküm ilişkisi olarak şekillenmesinin önüne geçer. Yani ihtiyacı merkezine alan alternatif bir ekonomi siyasetinde erkeğin ne doğayla ne kadınla ne de diğer topluluklarla hiyerarşik ve egemenlik ilişkisi kurması mümkün değildir. Çünkü bunun maddi ve toplumsal zemini ortadan kalkar. Ancak unutmamak gerekir ki, burada ihtiyaç denildiğinde sadece temel ihtiyaçlardan yani hayatta kalmamızı sağlayan ihtiyaçlardan bahsedilmemektedir. İnsanlığın kolektif gelişim ihtiyaçlarının zamana ve mekâna göre güncellenmesi esas alınmalıdır; bu yüzden alternatif bir ekonomi siyasetinde ihtiyacın toplumsal olduğu yani toplum tarafından ortak karar verilen unsurlar olduğu hatırlanmalıdır. Yani kapitalizm gibi sınırsız meta üreten bir sistem karşısında sadece yeme-içme barınma gibi temel ihtiyaçların olduğu bir ekonomik örgütlenme için rıza üretmek ya da uzun süreli
örgütlenme iradesi üretmek mümkün değildir. Bu yüzden toplumsal ihtiyaç ve bu toplumsal ihtiyaca karar veren öz yönetim mekanizmalarının birlikte düşünülmesi gerekir. Öz yönetim mekanizmaları olmaksızın günümüzde kentleşmiş toplumun ihtiyaçlarının tespit edilebilmesi mümkün değildir. O halde bugün inşa
edeceğimiz yeni ekonomik ilişkiler ve alternatif bir ekonomi, geçimlik ekonominin ilkelerini ve kadınların özneliğini temel almalı ancak bunu aşan bir alternatif yaratabilmelidir.


Bunu gerçekleştirmenin yolu kadın bakış açısıyla yani patriyarkal olmayan bir zeminde toplumsal ilişkilerin yeniden örgütlenmesidir. Bunun için Kürt Kadın Hareketi’nin esas aldığı kadınların öz örgütlülüğü oldukça kurucudur.Kürt özgürlük mücadelesi içinde kadın hareketini adlandırmak için “özgün” ifadesi kullanılır. Özgün örgütlenme (Kürtçe: Rexistina Xweser) kadınların öz-örgütlenmelerini
ifade eder. Ancak bu sadece kadınların yer aldığı mekanlar, kurumlar yaratmak anlamında bir özgünlük değil, toplum için de öz olanı örgütlemek demektir. Yani özgün örgütlenme kadınlar için asıl örgütlenme olduğu kadar toplum ve devrim için de ana örgütlenmedir. Kapitalizm ve patriyarka altında baskılanmış kadınlar öz (orijin) örgütlenmesine döndükçe doğayla kurdukları öz/ilk ilişkiyi de yeniden canlandırırlar. Kadının toplumla ve erkekle kurduğu her anti-patriyarkal ilişki aynı zamanda toplumun ve erkeğin doğayla kurduğu tahakküm ilişkisine de bir karşıtlık oluşturur.

Jinwar köyün örneği

Jinwar kadın köyü ya da kadın üretim komünlerindeki deneyimler bunun göstergesidir.
Jinwar köyündeki kadınlar müşterek tarlalarda doğal yöntemlerle kolektif bir biçimde iki yıldır üretim gerçekleştiriyor.Buğdayını, sebzesini üreten kadınlar aynı zamanda “doğanın hediyesi” olarak tanımladıkları bu ürünleri kendi kolektif bilgileriyle birleştirerek tüm yıl ihtiyaçlarını giderecek ürünlere dönüştürüyorlar.
Buğdaydan un ve bulgur yapan, samanını hayvanlar için çuvallayan kadınlar, bahçelerinden topladıkları domatesleri ve biberleri salçaya dönüştürüyor. Kış aylarında tüketecekleri sebzeleri kimi zaman güneşte kurutarak kimi zaman başka yöntemlerle konserve ederek geçimlik ekonomide doğal döngünün (yaz-kış) önemini bizlere hatırlatıyorlar. Doğanın kendi döngüsüne ve yerelin imkânlarına göre ihtiyaç üretmek ve ekonomiyi bu noktada anlamlandırmak toplumun doğayla kurduğu tahakküm ilişkisini deşifre etmek için çok önemlidir. Kirazın yaz başı yenilebileceğini bilmek,bunu bilen çocuklar yetiştirmek, doğadan kışın kiraz talep etmemek bunun yerine yaz kirazını reçel yaparak kış ayında tüketmeyi bilmek doğayla tahakküm ilişkisi kurmamak anlamına gelir. Yani kışın piyasadan kiraz talep eden tüketim alışkanlığı doğadan, doğal döngüsüne göre vermediği bir şeyi talep etmek anlamına gelir. Kapitalist iktisadın dediği gibi talep oluşmuşsa kapitalizm kimyasallarla o kirazları üretmeye başlar ve ekolojik yıkım ve toplumsal yıkım bu biçimiyle örgütlenir. Yine Jinwar çeşitli iyileştirici bitkiler üreterek doğal sağlık kliniğinde kadınların elinden alınan komünal iyileştirmeyi yeniden canlandırıyorlar. Devrimin sadece kolektif çalışmak değil, yaşamı bir bütün olarak düşünmek ve komünal örgütlemek
anlamına geldiğini gösteren kadınlar, üretimin her aşamasını komün (köy) meclisinde tartışarak ortak karar veriyor. Ortak üretim ve ortak karar, ortak yaşam kuruyor ve tam da Jinwar kadınlarının dediği gibi devrimin anlamını kadın bilgeliğiyle yeniden kuruyor:

Kadınların Özgün Kooperatif Deneyimleri;


Kadınların özgün kooperatif deneyimleri, Jinwar gibi bugünün koşullarında ütopik bir köye sahip olmaksızın da aynı ilkelerle komünal ekonomi dinamiklerini yaratabileceğimizi göstermektedir. Rojava’daki kadın kooperatifleri müşterek hale getirilen topraklarda çeşitli üretimler gerçekleştirmektedir.
Suriye gibi daha önce sadece endüstriyel buğday üretimi yapılan bir coğrafyada kadın kooperatifleri çeşitli sulu tarım yöntemleri ile üretimi çeşitlendirmekte, doğal tavuk üretimi yapmakta, hayvancılık kooperatifleri kurarak süt, yoğurt, peynir üretimi gerçekleştirmekte, ekmek fırınlarında tek tipleştirilmiş, makineleşmiş ekmek yapma biçimini tandır ekmeği, saç ekmeği gibi Rojava’da kaybolmaya yüz tutmuş geleneksel yöntemlerle yeniden çeşitlendirmektedir. Tek tipleşmiş ürünle beslenmenin insan sağlığını tehdit eden en önemli olgulardan biri olduğunun farkında olan kadın kooperatifleri, kadın
kooperatifleri birliği (Yekîtiya Kooperatifên Jinan) çatısı altında Rojava ve Kuzey Suriye’nin tamamında kadın kooperatiflerinde üretimi çeşitlendirmek Devrim şiddet ve yıkımla gerçekleştirilecek bir durum değil. Devrim topluukların bir araya gelerek toprakta birlikte üretim yapması demek. Devrim kimsenin bizden almasına izin vermeyeceğimiz parmaklarımızın arasındaki toprak demek. Devrim yemeğini paylaşmak ve karşılıklı olarak birbirine bakmak demek. Bizim halkın kahramanlarına sözümüz kan ve ateş değil, bizim sözümüz bir gün çocuklarımızın toprağa dönmesi ve çiftçilik yapmasıdır ve birbirini tamamlayan bir yapıya kavuşturmak için birlikte tartışılıyor ve planlama gerçekleştiriliyor. Belirtmek gerekir ki, üretimi yerelin -Mezopotamya’nın- üretim koşullarına göre çeşitlendiriyorlar.
Bu süreçte karşılaştıkları en büyük güçlüklerden birisi yüzlerce yıldır ekonomik bilgisi yıkıma uğratılmış ve gasp edilmiş kadınların, üretim bilgisi ve becerisi açısından körelmiş olmasıdır. Patriyarkal kapitalist sistem altında kaybedilen sadece özgürlük değil aynı zamanda kadınları var eden ortak hafızadır da. Kadınlar ana bakım işleri dışında üretimin bilgisinden ve becerisinden yoksunlaştırılmışlardır. Kadın kooperatiflerindeki kadınlar parça parça, ayrı ayrı bildikleri yeteneklerini birleştirerek, alternatif bir yaşam örgütlemeye çalışmaktadırlar. Özellikle genç kuşak kadınlar doğayla, toprakla, otlarla, hayvanlarla nasıl yaşayacağını bilmemekte, kendi öz gerçeklikleri ile doğanın ve yaşamın öz gerçekliği arasındaki yarılmada yaşam sürdürmektedirler. Bu nedenle özgün örgütlenme zemininde yeniden üretim bilgi ve becerisinin kazanılması anti-kapitalist bir ekonomik örgütlenme için en zaruri ihtiyaç olarak kendini göstermektedir. Bakur’da yapılan komünal kadın ekonomi çalışmalarında doğayla yeniden bütünleşmeyi canlandırmak konusunda ekoloji kolektifi
ile ortaklaşa örgütlenen üretim karnavalları, tohum takas şenlikleri, 
yerel pazarlar oldukça olumlu bir etki yaratmıştı. Yine Rojava’da genç kadınların beraber meyve ağaçları ekmesi, her ağaca bir çaput bağlayarak ağacın büyümesi, meyve vermesini dilemesi kadınların toprakla ve doğayla yeniden doğru temelde ilişkilenmesi için oldukça önemli ve kurucu pratiklerdi.
Yine alternatif komünal ekonomi siyaseti için olmazsa olmaz, ekonominin karar süreçlerine kadınların katılım mekanizmalarının yaratılmasıdır. Kadınların sadece ekonomide üretici olması yeterli değildir, bu mekanizmaların demokratik bir şekilde işletilmesi gerekmektedir. Ekolojik ekonomi siyaseti kooperatifler, komünler, kolektif çalışma alanları gibi yeni müştereklerin yaratılmasını merkeze almalı, toplumsal müşterekler olan ve doğayla ilişkide kurucu olan su, hava, toprak gibi ortak zenginliklerin ortak yönetimi esas alınmalı ve kadınlar bu ortak yönetime eşit bir şekilde katılmalıdır. Çünkü Stravrides’ in dediği gibi: “Müşterekleşme pratikleri insanlar arasında yeni ilişkiler üretiyor. Paylaşma biçimlerinin örgütlenmesini ve ortak yaşamın vücuda gelmesini mümkün kılan yaratıcı karşılaşmaları ve müzakereleri teşvik ediyor. O halde, müşterekleşme pratikleri sadece malları üretmekle ve dağıtmakla
kalmıyor en temelde yeni toplumsal yaşam biçimleri, müşterek yaşam biçimleri yaratıyor.” Bu temellerle kadın merkezli inşa edilen anti-kapitalist ekonomi sadece maddi ihtiyaçların giderilmesi anlamına gelmez, anlam dünyalarını da yeniden kurar. Komünal, dayanışmacı,birbirini tamamlayıcı toplumsal ilişkilerin oluşmasını sağlar.
Öte taraftan kapitalist olmayan bir ekonomi, bireysel ve kolektif ihtiyaçlarımızı gidermenin yanı sıra, savaşların durması ve erkeklerin silahsızlanması anlamına da gelir. Kullanım değerlerini esas alan, doğayla karşılıklı ilişkilenen hem insan için hem de doğa için bakım emeği üreten, toplumsal ihtiyaçlarını ortak bir şekilde tartışan ve nasıl üretileceğine ortak karar veren komünal bir toplumda erkeklerin yarattığı savaşların maddi zemini ortadan kalkar ve belki de Mies ve Shiva’nın da
dediği gibi şefkatli ve besleyici nitelikler kazanan ve yaşamsal ilişkileri önemseyen
erkeklerin (toplumun)savaş oyunları yapacak zamanı kalmaz.