Duygularin Politiklesmesi

– Arjîn Sara

Duygular, Rêber Apo’nun mücadele tarihimiz boyunca her zaman büyük bir duyarlılıkla gördüğü, tanımladığı, anlamlaştırmaya ve yüceleştirmeye çalıştığı temel yaşamsal olgulardan biri oldu. Rêber Apo, sosyolojik ve psikolojik yönleri çok güçlü olan ideolojik-örgütsel çözümlemelerin hemen hepsinde kadro ve toplum gerçeğini duygu gücü, duygu düzeyi ile bağlantılı ele aldı. Özgürlük felsefemiz ve mücadelemiz, Önderlik şahsında her zaman duyguların tanınması, duygulara saygı, duyguları yüceltme, güzel duyguları kazanma, öğrenme, geliştirme ve yaratma, kötü ya da olumsuz duyguları ise tanıma, tanımlama, terbiye etme ve onlardan kurtulma politikası ile ele alınmıştır. Önderlik partinin ilk yıllarından günümüze kadar kadro gerçeğinde en fazla duyguları çözümlemeye tabii tutmaktadır. Duyguların insan gerçeğimizdeki etkilerini savaşa, politikaya,  özgürlük mücadelesinin ve yaşamın her alanına yansımalarını çözümlemektedir. Duyguların yüceleşmesini ve cüceleşmesini her zaman temel devrim konularından biri olarak ele aldı. Bu bağlamda kendi duygularımızın farkında olmamız, duygularımızı algılamamız, duygularımızın gücünün ve güçsüzlüğünü anlamamız, duygularımızın tanımlanması ve aynı zamanda kendimizi tanımamızla da bağlantılıdır. Çünkü insan hislerin, duyguların bileşenidir ve kişiliği duygularıyla tanımlanır. Yani duygular aynı zamanda kişiliğimizi temsil etmektedir. Rêber Apo İmralı’da geliştirdiği savunmalarda ‘‘Duygunun gelişimi başlı başına bir mucizedir’’ dedi. Duyguları bozulmaya uğrayabilen, kaybedilebilen, ayağa kalkabilen,  cücelebilen, yücelebilen gibi pek çok tanım geliştirirken ele alış konusunda da bize hala perspektif veriyor. Bu anlamıyla duygular canlıdır ve bir süreklilikleri olmakla birlikte her zaman değişkenlik göstermekdirler. Duygularımız zaman ve mekana, kişiye ve durumlara göre anlık değişebiliyor. Bu açıdan duygular saman alevi gibi olmamalı, tarihsel ve toplumsal bilinçle eğitilmeli, güçlendirilmelidir.

Kapitalizimin duyu – duygu savaşı

Kapitalist sistemin varoluşunun tüm insani duyguları yok ederek ve duygusal zekâyı yenilgiye uğratarak geliştiğini hepimiz biliyoruz. İnsani duygular canlılığını ve yaşam üzerindeki etkisini koruyabilseydi, insana yaşamı zindan eden vahşi kapitalizm, faşizm gelişemezdi. Son yirmi-otuz yıldır kapitalizm; insanın en eski ve köklü yaşam dürtüleri-dinamikleri olan duygu gücünü; kâr hırsını ve mantığını arttırmak için çok fazla önemsemeye, aslında pazarlamaya başladı. İnsandaki duygu gücünü harekete geçirerek sadece bireylere değil tüm topluma hitap etmekte, propaganda geliştirmektedir. Bu anlamda varoluşumuzu anlamlı kılan duygularımızı tanıma, anlama, eğitme ve geliştirmemiz lazım. Buradan şu soru aklımıza geliyor; bizi bu kadar etkileyen, yaşamımızın merkezinde olan duygu nedir? Duygu; bireyin ruh halinde içsel ve çevresel tesirlerle etkileşiminden doğan karmaşık psikolojik değişimlerdir. Duygularımız ruhsal dünyamızdır aynı zamanda. Toplumsal tarih boyunca gelişme halindeki ruhsal dünyamızın,  ilk gelişen en köklü dinamikleridir. Evreni, toplumsal ve bireysel varoluşumuzu ilk başta hislerimiz, sezgilerimiz ve duygularımızla algılarız. Duyularımızla duyumsarız, duygularımız olmazsa kör ve sağır kalırız evrene, tüm varoluşlara. Varlığımıza anlam veremez, ad koyamayız. İnsana mahsus pek çok duyguyu sıralayabiliriz, yoldaşlık, zafer, yenilgi, başarı, sevgi, kin, nefret, cesaret, intikam, kıskançlık, şüphecilik, inanmak, inanç, acıma, kaygı, korku,  sıkıntı, iyimser ve kötümser duygular, aşağılama, beklenti, kendini beğenme, hüzün, üzüntü, coşku, heyecan, dehşet, dostluk, düşmanlık, empati, sempati, antipati, gurur, küsme, incinme, kendinden memnunluk, kendinden nefret, hayalcilik, güven, sevme, kabullenme, merak, minnet, mutluluk, sevinç, merhamet, özlem, pişmanlık, suçluluk, sabır, yakınlık ve uzaklık hissetme, umut etme, utanma, yalnızlık, şiddet, vicdan gibi daha pek çok duygu adını ekleyebiliriz. Bu ve sayamadığımız  her kültürün özgünlüğünde değişebilen sınırsız duygular; insanın sadece yüreğini-ruhsal durumunu değil, iradesini ve düşüncesini de etkileyebilme gücündedirler. Bu nedenle duygularımızın farkına varmak, adlandırmak, onları geliştirmek, değiştirmek ve örgütlemek özgür yaşamın inşasında son derece önemli bir konudur. Hatta özgür yaşam inşasından da önce sağlıklı, normal bir insan olmanın, toplum olmanın da ilk eşiklerinden biri, duygu durumu, duygu düzeyidir. Bu konuda hem kadın-erkek anatomilerini (bağışıklık sistemi, merkezi sinir sistemi ve vücudumuzun tüm sistemleri, hormonlar, beyin, üreme organları ve bir bütün bedenimiz) bilmek, tanımak gelişen duygularımızı anlamlandırmada çok önemlidir. Çünkü bizi etkileyen hiçbir duygumuz, fiziğimizden kopuk gelişmez. Nasıl ki tüm hakikatlerimiz evrensel hakikatlerin maddi-manevi koşullarından kopuk ele alınmazsa, duyguların hakikati de maddi ve manevi zemininden koparamayız. Duygularımızın farkındalığı, tanımı ve örgütlenip politikleştirilmesi için kendimizi evrensel bütünlüğün bir parçası olarak da bütünlüklü ele almak durumundayız.

Duyguların sömürgeci bilinçten arındırılması

İnsanın her toplumsal aşamasının duygu-ruhsal şekillenme ve düşünce yapısı birbirinden farklı gelişmiştir. Ancak hepsinin başlangıcında doğal toplum döneminin duygusal zekâsı vardır. Duygusal aklın en temel özelliği duygularıyla düşünmesidir. Duygusal düşünce içtendir, yalansızdır, hileden uzaktır… Duygusal zekânın temel özelliği reflekslerle çalışmasıdır. İçgüdü de duygusal zekâdır. Ama en eski (ilk canlı hücreye kadar gidilebilir) zekâ türüdür. Çalışma tarzı uyarılara karşı ani tepki göstermesi biçimindedir. Duygusal zekânın en önemli özelliği yaşamla bağlantısıdır. Yaşamı korumak temel işlevidir. Yaşamın olmazsa olmazı duygusal zekâdır. Yaşama saygı ve değer verme, duygusal zekânın gelişmişlik seviyesiyle bağlantılıdır. İnsanı insan yapan ve toplumsallaştıran  duygusal zekâ, doğal toplumlarda başattır ve yaşam felsefesini oluşturmada belirleyicidir. İnsana ait tüm duygularımız bizi zaman ve mekân içinde harekete geçirir. Duygularımız hisseden aklımızdır aynı zamanda. Bu akıl canlı evriminin başlangıcında geliştiği için oldukça güçlüdür. Hislerimizi, duygularımızı ve içgüdülerimizi ne kadar canlı tutarsak, aklımız o denli güçlü ve sağlıklı çalışır, analitik akıl sürekli beslenir. Duygusal aklın analitik akılla, analitik aklın duygusal akılla sürekli beslenmesi; tam da Rêber Apo’nun başarmamızı istediği duygularımızı politikleştirme durumudur. Birbirini savunarak, geliştirip büyüterek insan zihninin esnek, yaratıcı zekâ gücünün özgür toplum inşasında kullanılmasıdır, duygularımızın politikleşmesi. Duygular insan yaşadığı sürece onunla olduğuna göre, duyguların eğitimi, öğrenimi ve terbiye-ölçü kazandırma işi de bir sanat gibi ömür boyu sürecektir. İnsanın en zor ‘‘kendimi eğittim, anladım, çözdüm, tanıyorum ve kazandım’’ diyebileceği alan duygularıdır. Eğer böyle olmasa Rêber Apo ‘‘Kırk yıldır aldığım bir ders’’ diye tanımlamazdı. Bu nedenle duygularımızla ilişkimizin farkında olmak, onları eğitmek için son derece gereklidir. Yine duygularda yaşanan tıkanıklık, takıntılı hal ve bunalım en zeki, akıllı insanı bile aptallaştırabilir. Hastalıklı düşüncelere sürükleyebilir. Bu nedenle duygularımızı dinleyebilmeyi başarmak önemlidir. Duyguların da süzülmeye, arınmaya ve durulmaya ihtiyacı vardır. Duygularımızı, gönül gözümüzü köreltmeden, sezgi ve iç görüden koparmadan, akıl ve irade süzgecimizden geçirmemiz bizi dengeli bir insan yapar. Ama duyguları abartılı, takıntılı ve ölçüsüz haline bırakırsak, duygusal ve analitik aklın ortaklığı ile terbiye edip eğitmezsek hem duygu hem de akıl sağlığımızı kaybedebiliriz.

Faşizmin yarattığı duygu dünyası

Sadece duyguların hâkimiyetinde çalışan bir zekâ veya sadece kuru mantığın, aklın hâkimiyetinde çalışan zekâ da bizi politikleştirmez. Duygularımızla ilişkimiz; farkında olmamak, tanımlamamak, onları önemsememek ve yok saymak çok tehlikeli bir durumdur. İnsanın hiçbir duygusuna karşı duyarlı, saygılı olmaması, hiçbir duygusunu önemsememesi insan olmanın anlamından eksilmedir. Eğer bu durum aşılmazsa insanı tehlikeli sınırlara götürür. Rêber Apo buna işaret ederek: ‘‘En kötüsü de müthiş bir duygusuzluğu yaşıyorsunuz, faşizmin muazzam özel savaş yöntemleriyle, psikolojik savaşıyla hayvani güdüleri kendi köleleştirici imkânlarına bağlayarak ve yine insanı özünden boşaltarak en tehlikeli bir biçimde yönetmesi var. Güdüler bencilleştirilerek konuşturuluyor. Herkes korkunç düzeyde bireyci olmuş ve herkes kendi basit çıkarı için ‘bütün dünya yıkılsın, bütün toplum bitsin’ diyor. Bu sonuçta aslında o kişiyi de yaşatmıyor, ama faşist bir ideoloji olarak kabul görmüştür. Duygusuzdur.Zaten faşizmin duyguları olmaz. Faşizm, insanı cellat yapar. Faşizm, insanı duygusuz yaptıktan sonra, sömürüye açık hale getirir, kullanır ve her türlü işi yaptırır.’’ demektedir. Bu tehlikeli sınırlara gelmemek için insanın duygularını bilmesi, onları isimlendirmesi, büyütmesi, düşünce-felsefe gücü ile yüceltip politikleştirmesi hayatidir. Bu açıdan duygu ile güdü arasında sağlıklı bir ilişki kurulamadığında güdülerin duyguları ve düşünceyi ele geçirmesi söz konusu olur ve bu hayvanlaşmaya kadar götürür. Salt öldürme,yeme,içme ve cinsellik güdüsünün hâkimiyeti eşittir faşizmdir. Duyguların politikleşmesinde insanın kendi güdülerinin farkında olması, onların varlığını kabul edip tanımlaması ve onları duygu ve düşünce gücünü geliştirerek terbiye etmesi belirleyici önemdedir. Ki toplumsallaşmanın başlangıç aşamalarında kadın öncülüğünde geliştirilen bazı tabular ve totemlerle güdüler dizginlenmeseydi ve toplumsallığın yararına denetim altına alınmasaydı, insanın toplumsal varoluşu gerçekleşmeyebilirdi. Bugün kapitalist modernite, toplum ve bireyi özünden boşaltıp sürü ve gösteri toplumuna dönüştürmüştür. Bunu toplumun ve bireyin güdülerine hitap ederek ve bu güdüler üzerinde toplumun-bireyin zihniyet ve duygu dünyasını işgal ederek gerçekleştiriyor. İnsanların güdülerinin kontrolünü sayısız yöntem ve araçla ele geçirerek, onları istediği savaş biçiminin piyonu kılabiliyor. Bu nedenle özgür birey ve özgür toplumu inşa etmede önemli bir alan olan duygularımızı politikleştirme mücadelesinde güdülerimizi bilmek, tanımak ve örgütlemek son derece önemlidir. İnsanın zekâsını, ruhsal ve akıl gücünü besleyen ya da barajlayan en temel kaynaklardan birisi de duygular ve güdülerdir. Bunlar evrenseldir. Açlık, korunma, cinsellik vb.  bu güdülerin cevaplanması insan toplumsallığının her aşamasında belli kurallar, ilkelerle ahlâka bağlanmıştır. Ancak kapitalizmin güdüleri-duyguları anlamlandıran bu ahlâkî dokuyu yok saymış ve duygu konusunda büyük sapmalar geliştirerek, insanı özünden boşaltarak bencilleştirdiği birey gerçekliğini yaşanır duruma getirmektedir.  Ama güzel duygular toplumsal gerçeklikle bağı olan bağlardır. toplumsal gerçeklikten, hele toprak gerçekliğimizden kopuk ele alınamaz. Yine özgürlük kavramından ayrı ele alınamaz. Bunlar olmadan duygu olmaz. Duyguların sosyal ortamla ilişkisi vardır. Duygu büyüklüğü, birlikte özgür yaşam büyüklüğü, sosyal ve siyasi mücadelenin düzeyiyle yakından ilgilidir. Bu açıdan duyguların özenle geliştirilmesi, terbiye edilmesi çok önemlidir.

Duyguların özgürlük bilici ile inşası

Toplumsal ve kültürel asimilasyonlar sonucu duygularda parçalanmış ve farklılaşmıştır. Bizimki gibi ezilen toplumlar çok acımasız süreçlere o kadar sistematik maruz bırakılmışlar ki, kendi öz duygularını neredeyse unutma ile yüz yüze gelmişler. Örneğin doğal topluma ait bir bireyde kendine güvensizlik yoktur. Tanrıçalık döneminde kadınlar tanrıça katında görülecek kadar büyük güç sahibidirler, güvensizlik yoktur. Ancak günümüzde tüm ezilen halkların, cinslerin ortak duygularından biri kendine güvensizliktir. Bu duygu, acımasız asimile ve hiçleştirme süreçleriyle yaratılmış, hedefli, bilinçli bir şekilde inşa edilmiştir. Duygularından utanma, duygularına yabancılık, duygularını yaşamına yön vermede sağlıklı örgütleyememe, duyguların basit-cüce kılınması, duygu dünyasına karşı kör cahillik tüm egemen sınıfların ancak özellikle kapitalizmin yönettikleri toplum ve birey psikolojisinde çok bilinçli inşa süreçlerinin sonucudur. Özellikle değersizlik, aşağılık kompleksi, aşırı kaygılı ve güvensiz ruh hali kapitalist sistemin okul, kışla, sanat, spor, seks politikaları ve uygulamaları vb. kurumlarının bilinçli yaratımlarıdır. Yine erkek egemen kültür ve kapitalizm duygu konusunda büyük bir sapma geliştirmiş, duygu ile kadını özdeşleştirmiştir. Elbette kadında duygu gücü, duygusal zekâ erkeğe göre güçlüdür. Ancak egemenliğin geliştirildiği operasyonlarla akılla kadın, erkekle duygu arasına duvarlar örüldü. Aklın kadına, duygunun erkeğe yabancılaşması hedeflendi ve bu önemli oranda başarıldı. Yaşadığımız çağda bir erkeği duygusallıkla tanımlamak bir hakaret, zayıflık belirtisi olarak kabul edilir. Kadının akıllı ve zeki olması ‘‘erkek gibi kadın’’ tanımı ile karşılanır. Egemen sistem duygu dünyasının tüm zenginliklerini sınırlayıp saptırarak duyguları sadece kadın-erkek arasındaki etkileşime indirgemiştir. Bu hastalıklı algının hâkim olduğu kapitalist sistem altında yaşayan dünyamızın her yerinde kadına ve erkeğe uygulanan böyle sayısız tuzaklar olmuştur. Aslında bununla özünde toplumun ve bireyin duygu dünyasını çok yönlü, sürekli ve örgütlü bir bombardımana tabi tutmaktadır. Bu bombardımanın farkında olmak ve şifrelerini çözüp buna teslim olmamak, bunun karşı duruşunu ve direnişini sergilemek politika alanının görevidir. Bu görevi başarı ile yerine getirmek ise duyguların gücünün farkında olmakla, onları örgütleyip politikleştirmekle mümkündür. Kaybedilmemesi gereken, güçlendirilip örgütlendirilmesi gereken duygularımızla, boşanmamız gereken duygularımızı bilmekle ve bunları kapitalist sistemin istismarından ve saldırılarından koruyabilmekle mümkündür. Bu nedenle insanın kendi duygusal iklimini, coğrafyasını ve doğasını tanıması ve onu yönetebilmesi, ortamla paylaşabilmesi ve bu gücü ortamın politikleşme yani özgürlük inşasında pozitif değerlendirebilmesi bir anlamda duygularını politikleştirebilme düzeyidir.

Önderlik ‘‘Kölelik sadece maddi emek üzerine kurulmaz; öncelikle zihniyet, duygu ve bedenler üzerinde inşa edilir. İdeolojik kölelik gelişmeden maddi emek köleliği gelişmez.’’  demektedir. O zaman özgürlük politikalarını da öncelikle zihniyet, duygu ve bedenler üzerinde inşa etmeliyiz. Zihniyetimizi, duygularımızı ve bedenlerimizi özgürleştirecek duygu gücünü ve onun politikleşme düzeyini yaratmalıyız.